- YÜZYIL ÖLÜ FOTOĞRAFÇILIĞI
Peki, ölüler neden fotoğraflanır? Ölü, yaşayanlar için “öteki”dir aslında, bu yüzden akla “korkutucu” bir şey olarak gelir. Özellikle 19.yüzyılda fotoğrafın ilk çıktığı zamanlara geri dönecek olursak, orta sınıf için ölülerinin belgelenmesi de yaşayanların belgelenmesi kadar popüler bir olaydı kuşkusuz.
Yaşayanlar fotoğraflanabiliyorsa, haliyle ölüler de fotoğraflanabilirdi. Üstelik, ölülerin hareketsiz duruşu, uzun pozlama süresini hesaba katacak olursak o yıllarda bir fotoğrafçı için mükemmel pozu sağlıyordu.
Ölüyü belgelemenin tarihçesi fotoğraftan önce ressamlara aittir. 15.yüzyıldan bu yana, Avrupa’nın
hemen her yerinde ressamların özellikle ölen din adamlarını resmettiği bilinmektedir. Bununla birlikte yas resimleri de yapılmıştır. Bunlara bakan kişi, ölüyü hatırlama/unutmama/anma nesnesi olarak kullanırken, aslında bir şekilde ölümü de öldürerek sürekli kılmaya çalışıyordu.
Bu doğrultuda ölüyü resmeden bir ressamla, fotoğrafçının arasında nasıl bir fark vardır? Ressam tuval üzerinde ölüyü değiştirebilme gücüne sahipken, fotoğrafçının ise böyle bir lüksü yoktu. Ölü bir bebeğe masum bir gülüş yapılabilir, fakat fotoğrafta böyle bir şans yoktur. Dolayısıyla, ressam tuval üzerinde ölüyü tekrar canlandırabilir; fotoğrafçınınsa limitleri bellidir.
Viktoryen çağda, özellikle ölü bebek ve çocuk fotoğraflarının göze çarpması oldukça ilginç bir noktadır.
Bebekler genelde küçük bir tabut içinde gösterilirken, bazen de aile bireyleri ile birlikte bir anı fotoğrafına dönüştürülmüştür. 18.YY’da Ölülerin Fotoğraflanması adlı kitabında, post-mortem fotoğrafçılığın Avrupa’da başlayıp daha sonra Amerika’ya doğru yayıldığını belirtmiştir ,orta sınıf ailelere ait olan bu gelenek, Amerika’da 1920’lere gelindiğinde yok olmuştur.
Post-mortem fotoğraflarda önemli nokta, ölen kişiye bakacak olan kişilerin ölüyü anımsaması, unutmaması, fotoğrafın ölen şahsın kişisel özelliklerini, yani karakteristiğini yansıtmasıdır. Bunun iki farklı yüzü olabilir. Birincisi, ölü herhangi bir mimik yapamayacağından kişiye ait net ifade fotoğrafa yansıyacaktır; ikincisi ise bu yalnızca ölüye ait bir ifade, “mimiksiz bir mimik” olacaktır. Yaşayan herhangi bir insan, bir ölü kadar ifadesiz duramaz. Bir ölü de yaşayan bir insan gibi duramaz. Eninde sonunda bu fotoğraf, geride kalanların hatırlamasına yarayacak bir obje olacaktır.
Post-mortem fotoğraflarda dikkat çeken bir diğer özellik ise, ölen kişiyi tıpkı natürmort (ölüdoğa) tablolarındaki gibi gösterme biçimi. Bu fotoğrafta, sandalyeye oturtulmuş bir adam, yanında bir masa ve masanın üzerinde bir kitapla gösterilmiştir. Bu marifet, büyük bir olasılıkla fotoğrafçıya ait olmalıdır. Natürmort tablolarda da gördüğümüz buna benzer bir tür düzenleme yapıldığıdır.
Burada asıl önemli olan, ölüyü belgelemekse, fotoğrafçı fazladan böyle bir masa ve kitabı koyma ihtiyacını neden duymuştur? Masayı koymadan da, adamı sandalyeye yerleştirebilirdi. Bu fotoğrafın bir ölü fotoğrafı olduğunu bilmesek, adamın sadece bir poz verdiğini, masanın ve kitabın da bir dekor olduğunu düşünebilirdik. Kitabını biraz önce okumuş ve fotoğrafçıya poz vermiş sıradan bir adam olacaktı. Eylem içerisinde olan, yani “hayat belirtisi” gösteren bir adam. Dolayısıyla, geride kalanlar bu fotoğrafa baktıklarında adamın ölmüş olduğunu düşünmek istemeyeceklerdi belki de.
Bir başka ilgi çeken fotoğraf ise farklı bir düzenleme içerisinde, yatakta uzanmış ve pencereden izleyiciye bakan ölü çocuk fotoğrafıdır . Düzgün giyimli, orta sınıfa ait olduğu her halinden belli olan bu çocuğun, ölü olduğuna inanmak ilk başta imkansız gelebilir. İzleyiciyle kurduğu direk göz temasını ayarlayan fotoğrafçı, yine burada bir tür kurmaca yapıyor olmalıdır. Aynı bir önceki fotoğrafta olduğu gibi, çocuğu canlıymış gibi gösteren tek şey, gözlerinin açık oluşu ve kurduğu temas.
Özetle, ölüyü belgelemenin tarihi fotoğrafla başlamamıştır. Daha önce ressamlar tarafından tuvale aktarılmış, fotoğrafın icadıyla birlikte bir dönem Avrupa ve Amerika’da oldukça popüler olmuştur.
Ölüyü hatırlama amacıyla çekilmiş olsalar da, aslında bu fotoğraflar ölümün inkarının arzulanması olarak da okunabilir. Fotoğrafçı bunu bu şekilde mi, yoksa tamamen bilinçdışı mı karar verdiği ise bilinemez.
“Evet burda bir ölü var, fakat ben bunu canlıymış gibi göstererek aslında ölüme meydan okuyabilirim”. Fotoğrafı bir tür “anın öldürülmesi” olarak kabul edersek, ölünün fotoğrafla belgelenmesi bir tür yakalama, onun üstesinden gelme çabası mı? Post-mortem fotoğraf, ölüyü canlandırıyor mu, yoksa tekrar mı öldürüyor? Bizim için (yaşayanlar) ölü bir ötekiyken, şimdi bu fotoğraflarla her an tekrar yaşayarak bizden biri mi oluyor? Fotoğraf öldürüyor mu, yaşatıyor mu ?
Konunun Detaylı Videosu Aşağıdadır.
https://www.youtube.com/watch?v=N_Jpg9tKLlw